Her köşesi ayrı bir macera: Hindistan

Turizm 0

Fuşya, safran sarısı, gece mavisi... Hindistan’da herkes hiç ayrım yapmadan tüm bu canlı renkleri giymeye bayılıyor. Benim için özellikle erkeklerin renkli kıyafetler içinde en çekici göründüğü ülkelerden biri Hindistan. Ülke o kadar büyük ve kalabalık ki, her köşesinde ayrı bir macera yaşayabilirsiniz. Karşınıza birden krepon kağıtları ve çiçeklerle süslenmiş bir fil çıkabilir ya da otel odanızın içinde sokak maymunlarının çantanızı karıştırdığına şahit olabilirsiniz. Hindistan’da çölleri, maharajaların saraylarını, karma inancını ve yerli halkla yaşadığım maceraları yazdım... İşte bir aylık Hindistan seyahatimden öne çıkanlar...

Başkent Delhi, yeni ve eski şehir olmak üzere iki bölüme ayrılıyor. Biz elbette en çok macera yaşayabileceğimizi düşündüğümüz ‘Eski Delhi’de, büyük tren istasyonunun yakınında bir otelde kalmayı tercih ettik. Sırt çantasıyla hayatımda çok ülke dolaştım ama sokakları bu kadar kalabalık bir ülke ilk defa görüyorum. Tren istasyonunda adım atmak neredeyse imkansız, yüzlerce insan geceleri burada yatıyormuş. Ertesi gün trenle Delhi’den Racasthan bölgesine seyahat ettik. Buranın halkı 12. yüzyılda Arap yarımadasından gelmiş Müslüman tacirlerinden oluşuyor. Bugün Hindular ve Müslümanlar burada dostça bir arada yaşıyor.

Pembe Şehir: Jaipur

‘Pembe Şehir’ olarak anılan Jaipur’da binaların çoğu ya kırmızı renkli taşlardan inşa edilmiş ya da pembeye boyanmış. İlk iş olarak ‘Hawa Mahal’ sarayını gezdik. Beş katlı bu kırmızı saray adeta bir bal peteğini andırıyor. Rehberimiz bize üzerinde dışarıya doğru çıkıntılı 953 tane balkonu olduğunu söyledi. Bu balkonlar ve her katta bulunan su havuzu fıskiyeleri binanın içinde temiz ve serin bir hava sirkülasyonu yaratmak için tasarlanmış.

Her tarafında dantel gibi işlenmiş pencereler, paravanlı balkonlar var. Ahşap bölümlerinin bir kısmı biz gezerken oldukça yıpranmıştı; o yüzden bu balkonlara çıkarken eğer sağlam olmadıkları hissine kapılırsanız benim gibi geri dönün ve başka balkonları gezin. Bina, 18. yy’de kraliyet ailesine mensup kadınlar için inşa edilmiş. O zamanlar soyluların halk arasına karışması yasakmış, onlar da dışarıdaki günlük hayatı ve törenleri bu paravanların ardından izlermiş. Dışarı baktığınızda zaten hemen pazar yerini görüyorsunuz.

Amber Fort

Ertesi gün bir taksi ile şehrin yaklaşık 10 km dışındaki Amber Kalesi’ne gittik. 16. yy’de inşa edilmiş bu kalenin çevresi çorak ve ıssız; içeriye girmek için dik yokuşlara ve sayısız merdivenlere tırmanmak gerekiyor, oldukça zorlu bir parkur; isterseniz aşağıdaki filleri kiralayıp, onların üzerinde de kaleye çıkabilirsiniz. Kale duvarlarının içerisinde çeşitli saray ve yapılar var. Bunların arasında asla kaçırmamanız gereken Sheesh Mahal; diğer bir adıyla 'Ayna Sarayı'.

Sheesh Mahal 'Ayna Sarayı'

Tek kelime ile muhteşem bir yapı. Duvarlar ve tavan binlerce cam ve ayna parçaları ile kaplanmış. Işık huzmelerinin içeriye girdiğinde, aynalara çarpıp, çoğalarak, tüm mekanı aydınlatmasını hedeflemişler. Burayı mutlaka gezin; benim gibi siz de bu zekice kurgulara hayran kalacaksınız.

Mavi Şehir: Jodhpur

Racasthan’da mutlaka görülmesi gereken ikinci yer “Mavi Şehir” Jodhpur. Burada yaşayan ve kast sisteminin en yüksek sınıfı kabul edilen Brahmanlar, evlerini kutsal saydıkları mavi renge boyuyormuş. Meydandaki saat kulesinin etrafı, “Sardar Market” isimli şehrin en büyük pazar yeri. Ben buradaki dükkanlardan aldığım Hint bilezikleri ile her iki kolumu da dirseğime kadar doldurdum; aklınıza gelebilecek her şeyi bulabilirisiniz burada, hediye almak için ideal bir yer. Pazarda demlikler ve küçük bardaklarla dolaşan çay satıcıları da var; ben bir kaç sabah burada baharatlarla demlenip, sütle içilen Masala Chai’ya müptela oldum. Bu arada Hindistan’da çay kelimesi “Chai” Arapçadan geliyor ve aynı Türkçedeki gibi telaffuz ediliyor.

Jaisalmer’de Safari: Tar Çölü

Tar çölü, diğer bir adıyla Büyük Hint Çölü’nde üç günlük bir safariye katıldık. İlk gün çölde develerin üzerinde uzun bir yol aldıktan sonra uygarlık adına artık çevremizde hiçbir şey görmemeye başladık. Akşam olup ta çadırlarımız kurulduğunda tepemizde yalnız parlak yıldızlarla dolu simsiyah bir gökyüzü ve kocaman bir ay vardı. Rehberlerimiz olan Hintli erkekler ateş yaktıktan sonra bize yemek yapmaya başladı. Çöl gibi ıssız bir ortamda, bir erkeğin eliyle pişirilmiş yemeği yemek, farklı bir haz veriyor insana; bu seyahatteki en güzel görüntülerden biriydi.

Ancak yemekten sonra benim için burada küçük çapta bir kabus başladı. Birden yanımdaki kumun kendi içinde hareketlendiğini gördüm, içinden koca bir ayak çıkınca, nasıl çığlık attığımı anlatamam. Kumların içinde meğer yürüyen böcekler varmış. Indiana Jones filmlerinde mumyalardan çıkan böceklere benziyorlardı. Yumru kadar büyükler; simsiyah ve mekanik gibi hareket eden bacakları vardı. Zaten bacakları o kadar güçlüydü ki, üzerime tırmandıklarında ayakları keten pantolonumun dokumasından içeri batıp çıkıyordu. Elime küçük bir sopa alıp, üzerime gelenleri atmaya çalıştım. Aslında stres yapmazsanız, insanlara bir zararları yok.

Peki bu böcekler nereden geliyormuş? Bu böceklerin adı “dışkı böcekleri”. Meğer bunlar çölde deve kervanlarını takip edermiş; akşam mola verildiğinde de develerin etrafında onların çıkarttığı dışkıları yiyerek beslenirlermiş. Sabah güneşin doğuşunu seyretmek için, karanlıkta kalkıp, kum tepelerine tırmandık. Buradan güneşin doğuşunu seyretmek muazzam bir haz, geldiğinizde mutlaka tecrübe edin.

Varanasi 'Ganj Nehri'

Varanasi Hindistan’ın en eski yerleşim yeri; her köşesinde bir tapınak var, Hindular için kutsal bir şehir. Hindistan’a geldiğimizden beri farklı yerlerde karşılaştığımız turistlerden bazılarını buradaki Ganj Nehri’nde Hindu geleneklerine göre vaftiz olurken görmek ilginçti. Meğer yabancılar da buraya hac ediyormuş. Hindular bu nehrin sularında ruhlarını günahlarından arındırıyor. Rehberimizin söylediğine göre kremasyon yapmaya gücü yetmeyen insanlar ölülerinin bedenlerini bu nehre bırakıyormuş. Biz de kayıkla nehre açıldığımızda suyun üstünde yüzen bu cansız bedenlerden gördük.

Otelimizi manzarası için Ganj Nehri’nin kıyısından seçtik. Yalnız uyarmalıyım, burada çok maymun var ve bunlar tam anlamı ile belalı bir çete gibi dolaşıyor. Sokaklarda özellikle turistlerin çantalarını ve telefonlarını çalıyorlar. Otelimizin camı açıkken bir tanesi içeri girmiş, çantamı açmaya çalışıyordu; o kadar agresifti ki onu dışarı kovalamak hiç kolay olmadı. Maymun Tapınağı olarak ta bilinen “Durga Mandir” tapınağını mutlaka ziyaret edin, bu bahsettiğim maymunlardan orada bolca göreceksiniz.

Delhi

Delhi’ye dönüşümüzde safran gibi baharatları alabileceğimiz bir dükkana gittik. Bize alışveriş öncesi sütlü çay ikram eden dükkan sahipleri ile sohbet etmeye başlamıştık ki birden beni tedirgin eden bir bakış hissettim. Başımı o yöne çevirmemle birlikte koca bir lağım faresinin gözlerini üzerime dikip, bana baktığını gördüm. Baharat çuvallarının üzerine oturmuş bu fare o kadar büyüktü ki, oturduğum yerden kuyruğundaki halkaları, burnunun iki yanındaki bıyıkları sayabiliyordum. İlk şoku atlattıktan sonra asıl şoku yaşadım. Dükkan sahipleri bana gülerek, o bizim arkadaşımız korkma dediler. Hindistan’da ‘karma’ inancı var; insanların öldükten sonra bu dünyaya hayvan bedeninde de gelebileceğine inanıyorlar. Yani o fare oradakilerden birinin ölen bir yakını olabilirmiş.

Hürriyet